Skip to main content

İki dünya savaşı ve toplama kamplarının gölgesinde Adorno’nun (1903-1969) sanat felsefesinin ana sorusu şudur: Medeniyetin barbarlığa, Aydınlanmanın ise mite dönüştüğü bu felaketlerin yıkıntıları arasında sanatın yeri nedir? Auschwitz’ten sonra şiir yazmanın barbarlık olduğunu söyledikten bir süre sonra Adorno bu konuda neden yanıldığını şöyle açıklıyor: İşkence gören bir bedenin bağırmaya ne kadar hakkı varsa, bitmeyen toplumsal acının da sanatta ifade bulmaya o kadar hakkı vardır. Adorno’nun düşüncesinin ağırlık merkezini insanın bedeni ve doğa üzerine kurduğu tahakkümün yıkıcı toplumsal sonuçlarına getirdiği eleştiri oluşturur. Dolayısıyla yaklaşımında sanat, siyaset ve doğa birbirlerinden ayrılmazcasına iç içe geçmişlerdir. Bu sunumda Adorno estetiğinin kalbindeki bu sorunsalı, onun düşünce yaşamında merkezi yer tutmuş çeşitli fikir ve sanat eserlerini tartışarak açımlayacağız.

Biyografi:
Koç Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmakta olan Umur Başdaş, Alman Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Yale Üniversitesi’nde siyaset felsefesi alanında doktorasını tamamladı. Doktora tezinde Eleştirel Teori geleneğindeki “doğa” kavramının evrimini inceledi ve Habermas’ın doğayı dilsiz bir nesneye indirgemesini Kant, Hegel, Fichte ve Adorno’nun estetik okumaları üzerinden eleştirdi. Daha sonraki çalışmalarında Kant’ta güzellik ve varlık, Hegel’de ise mantık ve bilinç arasındaki ilişkiye odaklandı. Bugünlerde estetik ve ontoloji arasindaki bağ üzerine düşünmeye devam ediyor.

Adorno: Doğa, Sanat ve Siyaset